29 Ağustos 2012 Çarşamba
Ayakkabı Modelleri
hayatımda hiç o kadar uslu oturduğumu hatırlamıyorum. gıkım çıkmadı babam gelene kadar. uykudan önceyi bile izlemedim o akşam. adile naşit'in "hadi bakalım kuzucuklar, doğru yatağa!" deyişini duyduğum an tekrar anahtar sesi duyuldu kapıda. babam gelmişti işte. gene kavga edeceklerdi... bu sefer de benim yüzümden. direk banyoya gitti babam ellerini yıkamaya, annem de çorbaları koymaya başladı. oturduk sofraya. sessizlik babamın da dikkatini çekti, sordu "hayırdır" diye... ablam bu fırsatı kaçırmadı tabi... "ayakkabılarını çalmışlar bizim salakonun kapıdan baba!" dedi tadını çıkartarak her kelimenin... ablamın umduğu gibi olmadı, babam da kızmadı. sadece onun da yüzünü sıkıntılı bir hal aldı. sanırım ilk kez duyuyordum o kelimeyi o akşam... "ay sonu" dedi babam; anlam veremedim o kelimelere o akşam ama ters birşey olmalıydı şu "ay sonu"... "yarın perşembe pazarı var" dedi annem, "ordan alırız"... o zamana kadar hiç pazardan giyim/kuşam almamışlardı bana. hep mağazadan alırdık o zamana kadar herşeyi... bu sefer pazardan alacaklardı. "olsun"du... en azından kavga çıkmamıştı. sıkıntı yeterince bunaltmıştı beni. ne olursa "olsun"du... ayakkabı mağazalarının güzel kokusu, uzun ayakkabı çekecekleri ya da alçak aynaları olmasa da olurdu bu sefer... ayakkabı olsa yeterdi...
ertesi sabah okula gidemedim haliyle, sabah babam da işe geç gidecekti ayakkabı alacağız diye ama bir sorun vardı. terliklerle o soğukta pazarda gezemezdim, evde oturdum annemle; ablamla babam gittiler pazara. yarım saat sonra naylon torba içinde bir çift ayakkabıyla geldiler. o zamana kadar hep kutuda olurdu ayakkabılarım, bu sefer naylon torbada gelmişlerdi. "olsun"du... kahverengi ve sivri burunlu, ince derili ayakkabılardı. üstünde deri parçalarından yapılmış bir süslemeyle benim yaşıma uygun ayakkabılar değillerdi. ortaokul öğrencilerine göre olanlardandı ve 2 numara kadar büyüktüler... "olsun"du... bunlardan ne krampon olurdu ne de tırmanış ayakkabısı... ama "olsun"du... ayaklarımı üşüteceklerdi ama "olsun"du... çirkindiler bu ayakkabılar, ne okul pantolonuma ne de sokak pantolonumun altına giderlerdi ama "olsun"du... "olsun"du işte...
o gün evden çıkmayıp uslu bir çocuk olarak oturdum evde. ertesi sabah okula giderken giydim ilk kez o ayakkabılarımı; çok sertlerdi, derisi bir garip kokuyordu, çok süslü püslülerdi, ayağıma vuracaklardı, çok ciddi duruyorlardı bir ilkokul öğrencisinin ayağında, arkadaşlarım dalga geçeceklerdi o kösele ayakkabılarla... "olsun"du... en azından ayakkabım vardı artık... 2 sene giydim o çirkin kahverengi ayakkabıları. dut ağacına da tırmandım, futbol da oynadım. her yağmurda sırılsıklam oldu çoraplarım... ikinci senenin sonunda sol teki yırtıldı önce... anneme söylemeyeyim dedim. biliyordum ayakkabının değerini artık ne de olsa. sonra sağ tekinin de topuğu çıktı... artık daha az kavga vardı hem evde... babama söyledim o akşam ayyakkabım yok diye, mekap aldı bana o bahar*...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder